Sevgili Jean,
Sana "her şey yolunda" demek isterdim, ama hiçbir şeyin tamamen iyi olmayacağını biliyorsun. Sana hava durumundan söz edecek değilim, ama iklimin çılgına döndüğünü ve mevsimlerin çiftçilerle alay ettiğini, köylülerin hep giderek daha kalabalık bir halde şehirlerde yaşadığını bilmeni isterim. Zararlarını defalarca saptamış olduğun kırdan göç sürüyor. Mevsimler artık yerinde değil ve dünya açlarıyla, tutarsızlıkları ve adaletsizlikleriyle birlikte dönmeye devam ediyor. Bütün bunlardan sen zaten kuşkulanıyordun ve "iyi bir Müslüman" gibi başın Mekke'ye dönük ve Muhammed'in şakayla karışık söylediği gibi, eski bir genelev ile bir hapishane arasında bulunduğun yerde bunlarla pek eğleniyor olmalısın.
Senin gibi bir asinin Fas toprağında, bir Hıristiyan mezarlığında istirahatte olması, biz yakınlarına pek hoş geliyor. Mezarın bir ziyaret yeri oldu; ibadet yeri diyemem, ama aşağı yukarı her yerden insanlar geliyor oraya. Mezarlık bekçisi öldüğünde, yerine oğlu geçti. Karton kapaklı büyük bir defter satın aldı; karısı gelen ziyaretçilere defteri uzatıp, 50 drahmi karşılığında izlenimlerini yazdırıyor. Defter tanıklık dolu. Senin önemsemediğini biliyorum, ama bütün bu insanlar senin hep aynı mütevazılıktaki mezarına hürmet belirtmek için yolculuk ediyorlar. Ah, sana söylemeyi unuttum; ilk mezar taşın çalındı. Senin numaralarından biri daha!
Hayır, havadisler iyi değil. Bana dediğin gibi: "Mutlu olup olmadığımızı öğrenmek için okumuyoruz gazeteleri." Filistinliler bölündü. Senin aramızdan ayrılışından beri iki İntifada yaşandı; işgale karşı taşlarla direnen gençlerin ayaklanmaları bunlar. Kuşkusuz sen de kalabalığın arasına karışmak ve gerçek mermilerle ateş eden İsrail askerlerine bir iki taş fırlatmak isterdin. Ama durum daha da kötüleşti. Dinciler "Hamas" adını verdikleri hareketi oluşturdular. O zamandan beri, serbest seçimler sayesinde Hamas Gazze'yi, Filistin Otoritesi ise Ramallah'ı elinde tutuyor. Gazzeliler Mısır sınırından yiyecek, ilaç ve silah geçirmek için tüneller kazdılar. Ama Mısır onların hayatta kalmasını engellemek için tünel çıkışlarını kapattı.
Sana yirmi yılın tarihini anlatacak değilim, ama şunu bil ki Filistinliler saldırıların, katliamların ve aşağılamaların kurbanı olmaya devam ediyor. Bir yığın savaş oldu. Filistinliler tarafında binlerce kurban var. Dünya gözünü başka yana çevirerek bu cinayetlere tanık oluyor. Filistin halkının yalnızlığı korkunç. Zaman zaman, "Yeter artık! İsrail suç işliyor!" diyen sesler yükseliyor, ama İsrail bütün bunlara ilgisiz.
Diğer haberler daha az dramatik. Azzedine'den başlayayım. Uzun boylu, yakışıklı, koyu kahverengi -siyah denebilir- gözlü, çok zeki biri. Paris'te yaşıyor, muhasebe eğitimi alıyor, ama ben onu gördüğümde tatildeydi. Driss adlı bir oğlu var. Seni hatırlıyor, kitaplarından bazılarını okudu. Jacky onun çok yakınında. Sık görüşüyorlar.
Jacky iyi durumda. Senin mirasını büyük bir ihtiyat ve kesinlikle yönetiyor. Eserlerine göz kulak oluyor ve her önüne gelenin metinlerinle aklına eseni yapmasını engelliyor. Çok güvensiz, senin yolunda gidiyor. Zaten senin gibi konuşuyor; yalnızca öfkeni değil, mizacını da miras aldı. Hâlâ Yunanistan'da yaşıyor. Saçları beyazladı, hâlâ incecik. Ahmed'i de görüyor. Ahmed şu sıra İtalya'da yaşıyor ve onun atlarıyla meşgul oluyor.
Muhammed, ne yazık ki sana söylemeliyim, aramızdan ayrılışından altı ay sonra bir trafik kazasında öldü. Eski bir araba satın almıştı ve fırtınalı bir gün Rabat yoluna çıktı. Jacky, Leyla ve Anis, Azzedine'le ilgilendiler. Şu an, Larache'taki evde Muhammed'in kardeşi yaşıyor.
Leyla Şahid Filistin Otoritesinin Avrupa Birliği nezdindeki elçisi olarak Brüksel'de. Daha önce aynı görevi Paris'te yapmıştı. Çok iyi işler yapıyor.
Dostumuz şair Mahmud Derviş, bir kalp ameliyatının ardından, kısa süre önce öldü. Geride büyük bir boşluk bıraktı.
Ben sana yazarken, dünya Berlin duvarının yıkılışının yirminci yıldönümünü kutluyor. Evet, duvar yıkıldı ve iki Almanya birleşti. Senin "dişi” bulduğun bu halk yetenekli ve güçlü bir kadın tarafından yönetiliyor.
Fransa artık giderek daha az "kilisenin büyük kızı"; laikliği korumak için çırpınıyor. İslam'la ve bazı Müslümanlarla arası iyi değil. Cezayir Savaşının iki toplumun belleğinde hep kaldığını söylemek gerek. Göçmen aileler kızlarını okula türbanlı gönderiyorlar. İdari binalarda ve kamusal alanlarda dini sembollerin taşınmasını engellemek için bir yasa çıkartıldı. Sen, sanırım, bu yasağa karşı çıkardın: Çelişki anlayışın aklından daha çabuk tepki gösterirdi. Sonunda İslam teröristlerin rehinesi oldu ve onu sancakları yaptılar, "aşağılanmışların Batı'dan intikamı"ndan söz ediyorlar. Senin de bildiğin gibi, "barışa itaat" olan bu din adına insanlar öldürülüyor, katliamlar yapılıyor.
Bir Fransız televizyon kanalının daveti üzerine, geçen kış Morvan'daki Alligny'ye, senin okulunu ziyarete gittim. O yer öyle soğuk, öyle nemli, öyle hüzünlü ki, senin oradan kaçma arzunu hemen anladım. Göğün ışığı yavan, gri, bir sıkıntı kokusu saçıyor. Seninle ilgilenen aile, suyla dolup taşan toprağın tuzağına düşmüş bu deliğe karşı bir şey yapamazdı. Sen yazmayı orada öğrendin. Bu okulun, 20. yüzyıl Fransız edebiyatının müthiş çocuğunu ya da bunca insanı rahatsız etmiş provokatör ve militanını ortaya çıkardığına işaret eden hiçbir şey yok. Bu ziyaretten geride bende bir sıkıntı ve hüzün duygusu kaldı. Aynı zamanda, senin çocukluğunun geçtiği yerlerde bulunmak tuhaf geldi. Oraya bir daha gitmeyeceğim. 13 Şubat 1976'da Die Zeit muhabiri Hubert Fichte'ye söylediklerini tekrar düşündüm: "Benim ne babam var ne annem, yetiştirme yurdunda büyüdüm, Fransız olmadığımı, bu köye mensup olmadığımı çok küçük yaşta öğrendim. Massif Central'de büyüdüm. Bunu aptalca, bönce, şöyle öğrendim: öğretmen küçük bir kompozisyon yazmamızı istemişti, her öğrenci kendi evini yazmalıydı; ben evimi tarif ettim; öğretmene göre en güzel tarif benimkiydi. Yüksek sesle okudu ve herkes, 'Ama bu onun evi değil ki, o bir sokak çocuğu' diyerek benimle alay etti ve o zaman böyle bir boşluk doğdu, bir düşkünleşme başladı. Anında öylesine yabana biri olmuştum ki, ah, kelime yeterince güçlü değil, Fransa'dan nefret etmek, hiçbir şey bu, nefretten de fazlası gerekiyordu, Fransa'yı kusmaktan fazlası...”
Sana daha fazla bir şey anlatmayacağım. Dünya kötüye gidiyor. Ama Siyah bir adam Amerika Birleşik Devletleri'nin başkanı oldu. Bu iyi bir havadis! Mutlu olmalısın.
Son olarak, tiyatro eserlerinin Plâade'da olduğunu ve dünya üniversitelerinin senin doğumunun yüzüncü yılını kutlamaya hazırlandıklarını da bil. Neyse ki sen burda değilsin, yoksa şenliği mahvederdin!
Son bir söz daha, sevgili Jean, senin biyolojik babanın adını öğrendik. Güleceksin, yattığın yerden kalkıp, alaycılığınla peşime düşeceksin, sıkı dur: Adı Bay Blanc! Neden sıyırdığının farkında mısın? Jean Blanc! Sırf bunun için bile aile değiştirirdin, değil mi?
Seni kucaklıyorum, dostum.
*
Tahar Ben Jelloun