Didik Didik Freud XI: Freud ve Din



Şenol Ayla 94.9 Açık Radyo’da, Didik Didik Freud programında tekrar beraberiz. Merhaba, ben Şenol Ayla.
Serol Teber Merhaba, ben Serol Teber.
Şenol Ayla Freud’un romanına kaldığımız yerden devam ediyoruz. Ailevi romanını bitirmiştik, tarihsel romanına başlamıştık, şimdi devam edeceğiz. “Günlük yaşamın psikopatolojisi” terimini çok kullanacağız, bunu kısaca tekrar açalım mı, ne kastediyoruz bunu söylerken?
Serol Teber Evet, Freud’un, Günlük Yaşamın Psikopatolojisi adlı, çok önemli bir yapıtı var. 1901 yılında yazdığı ve 1904’te 2. baskısında tam şeklini alan büyük bir yapıt. Düş Yorumu’ndan sonra ilk açılım. Burada Freud, tam da kitabın adından anlaşıldığı gibi, günlük yaşamımızda ağzımızdan kaçırdığımız bazı sözler, davranışlarımız, kekelemelerimiz, sürçülisan etmelerimize değiniyor. Bugün bizim değinmek istediğimiz asıl bölüm, kitabın 12. bölümündeki batıl inançlar ile nörotikler arasındaki kimi bağlantılar hakkındaki bölüm. Bunun arkasından büyük bir senfoni, kitaplar dizisi gelecektir diye bekleriz. 41 yaşından sonra ölümüne değin son yazacağı ‘Musa Denen Adam’ ve ‘Çok Tanrılı Dinler’ kitabına kadar Freud, bir yanda terapi konusundaki yapıtlarını üretirken, diğer yanda da ikili bir kulvarda koşar. Öbür yandan da birbiri ardına kültür eleştirisi üzerine çok önemli yapıtlar sunmaya, yazamaya başlar. Bugünden başlayarak onun daha çok kültür eleştirmeni gözüyle değindiği kitapları anımsatacağız. Terapi üzerine yazdıklarını pek çok kişinin bildiğini farz edeceğiz ya da arada yeri geldiği zaman kısaca değineceğiz. Burada insanın gönlü başka bir şey çekiyor, 10 saate yakındır biz Freud’un ailevi romanı üzerinde konuşuyoruz. “Neden tarihsel roman?” diye sorarsak, “tarihsel roman” sözcüğünü Freud kendisi kullanmıştır. 1938’de yazılıp, basılan son kitabı Musa Denen Adam’ı yazmaya başlarken Freud “tarihsel roman yazıyorum” diye başlamıştır. Fakat bir süre sonra, kendisinin roman yazacak kapasitede olmadığını görüp, “bunu Thomas Mann’a bırakalım, biz Musa üzerine bir kitap yazalım” diye dönmüştür.


Şenol Ayla Michelangelo’nun yaptığı Musa heykelini çok yıllar önce, 1901’de görüyor. Bayağı uzun süreçte pişiriyor bu kitabı bir anlamda öyle değil mi?
Serol Teber Evet.
Şenol Ayla 37-38 yıl geçmiş.
Serol Teber Nasıl Düş Yorumu’nu 1900’de yazıp baba Jacob Freud’la hesaplaştıysa, Musa Denen Adam’da da, babaların babası ya da en büyük baba ile hesaplaşması var, bireysel ve düşünsel bağımsızlığının ve özgürleşmesinin kaçınılmaz bir sonucu. Biz yine Freud’dan öğrendiklerimizi Freud’da satmaya kalkarsak, Freud bu iki babayla olan çatışmasında bunları aşmış mıdır, yoksa bunların arasında mı kalmıştır onu anlamamız pek kolay olmuyor. Çünkü ikisinden de kurtulamadığı gibi, ikisiyle de sevgi dolu, coşku dolu bağlantısını kesememiştir. Yani, Hegelci bir felsefi yaklaşımla aşmak istemiştir, ama sonunda üçü; baba Jacob, Sigmund Freud ve Musa, üçü el ele kalmışlardır.
Şenol Ayla Robert Martha’ya bir sözü var senin Bilimsel Bir Peri Masalı adlı kitabında, bunu tekrarlamak isterim izin verirsen; “Bu çatışmayı güzel formüle etmişti” diyorsun “kendi kimliğini kanıtlamak ve kazanmak için 40 yıl babasıyla arasındaki Oidipus çatışmasıyla boğuşan ve onu aşmaya çalışan Freud gibi birinin sonradan tam bağımsızlaşmak ve özgürleşmek için Yahudi kimliğini de aşması ve en büyük baba Musa ile hesaplaşma gereksinimi kaçınılmaz olmuştur.” Önemli bir saptama. Freud’un Musa ile ilişkisi nasıl başladı?
Serol Teber Freud çocukluğundan beri babasının getirdiği Tevrat’ı okuyarak bir eğitim gördü. Benliği Musa’nın kitabına göre ya da Eski Ahit’e göre şekillendi, ama Freud’un asıl ergin insan olarak Musa ile ilişkisi 1901 yılında Düş Yorumu’nu yazdıktan sonra gidebildiği -bunu Düş Yorumu’nu tartışırken konuşmuştuk- Roma’da, Roma’nın küçük bir kiliseciğinde San Pietro in Vincoli adlı kiliseciğinde Michelangelo’nun Musa’sını gördükten sonra başladı. Freud hissettiklerini hemen Martha’ya yazar. Musa’nın karşısında taş kesildiğini, bu muhteşem yapıt karşısında çok etkilendiğini, bir mini psikoz geçirdiğini anlatır ve bundan sonra, yaşam boyu hep Musa’ya gidecektir ve Musa ile arasında bir tür diyalog kurulmuştur. Freud için artık Musa, din kitaplarının, teoloji kitaplarının yazdığı Musa değil, Michelangelo’nun Musası’dır ve bu çok önemli bir yaşam ya da düşünüş tarzıdır. Kutsal topraklar da Roma’dır. Burada tam da Freud’un teorisinin temelini oluşturan sevgi-nefret çelişkisini görürüz, Roma’ya karşı duyduğu duyguları böyle ifade eder; Roma’dan nefret eder, Roma’yı fethetmek ister. Katolikliğin merkezi, Freud’a göre kötülüklerin merkezidir. Bağnaz dindarlığın merkezidir Roma, ama aynı zamanda da Rönesans kültürünün, antik kültürün, neolitik kültürün, Etrüsk kültürünün merkezidir ve Michelangelo’nun yapıtlarının barındığı mekândır. Onun için bir anlamda kutsal topraklardır Roma. Böyle bir ikileme girer. Freud dinsizdir, ateisttir ama Michelangelo’nun Musa’sı ile arasındaki diyalog bir tür tapınç içerir. Şöyle diyeyim ben, belki güzel olacak; diz çökerek baş kaldırır.
Şenol Ayla Çok güzel.
Serol Teber O günden sonra Musa üzerine de bir kitap yazmaya başlayacağını yine eşine yazdığı mektuplardan somut olarak öğreniyoruz.
Şenol Ayla Hem Musa ile hesaplaşmak istiyor ve onu aşmak istiyor, hem de önünde diz çöküyor, saygı duruşunda bulunuyor. Benzeri bir süreci Freud’u anlama yolunda sen de yaşadın biliyorum, daha önce de kısaca bahsetmiştik mükerrer olarak gidip bu heykeli gördüğünü ben biliyorum.
Serol Teber Evet, gittim.
Şenol Ayla Fotoğraflarını çektin, karşısında durdun. Onun için Freud’un bu hesaplaşmasını en iyi anlatabilecek, bizim en iyi öğrenebileceğimiz kişinin sen olduğuna inanıyorum.
Serol Teber Bilemiyorum, çalışacağım. Ayrıca şunu da söyleyeyim, Katolik kilisesinin tavrını da burada görebiliyoruz. İsteyen herkes aynı şekilde gidip görebilir. Muhteşem bir yapıt Michelangelo’nun yapıtı. Ama Katolik kilisesi Yahudiliğe karşı sürekli ters bir tavır içinde olduğundan, Musa’nın bu muhteşem yapıtını küçücük bir kilisenin bir köşesine adeta saklamıştır.
Şenol Ayla Sıkıştırmışlar.
Serol Teber Sıkıştırmıştır, saklamıştır ve bunu bulmak için insanların neredeyse özel bir çaba harcamaları gerekir. Çünkü sıradan rehberler bilmezler bu büyük yapıtın nerede olduğunu.
Şenol Ayla Atlanıyor çoğu zaman.
Serol Teber Çoğu zaman atlanıyor, hakikatten gizlemeye çalışmışlardır bu yapıtı. Karanlıktadır. Siz ayrıca köşelerden para atarak o bölgeyi aydınlatan ampulleri yakmak mecburiyetindesinizdir.
Şenol Ayla Karanlıkta aslında yani.
Serol Teber Karanlıkta, loş bir yerdedir yani.
Şenol Ayla Parası olan izleyebiliyor.
Serol Teber Parası olan izleyebilir. Ayrıca iyi bir fotoğrafını çekmeniz için büyük emek sarf etmeniz gerekir.
Şenol Ayla Freud’un bu tarihsel romanının temel kaynakları neler?
Serol Teber İki tane söyleyebiliriz; Bunlardan bir tanesi, Freud’un muayenehanesinde karşılaştığı nörotik ya da nörotik obsesif diyebileceğimiz hastalardan edindiği bulgular ile sanat tarihi ya da din kitaplarında okuduğu, buralardan edindiği bulgular. Freud bunları çok ustalıklı bir şekilde, aynı potada eritmiş, ama ayrıştırdığı zaman görmüştür ki, saplantı nörozlarıyla ya da tam onun dediği şekilde saplantı korkuları, nörotiklerde gördüğü beklenti korkuları ile dindarlarda gördüğü felaket beklentisinin, korkusunun birbiriyle son derece yakın kaynaklardan geldiğini tespit etmiştir. En son söyleyeceğimizi önceden söyleyelim; Freud bu çalışmalarının sonunda şöyle bir saptamada bulunur: “Nörozlar” der, “bireysel özel bir din, din ise genelleştirilmiş evrensel bir nörozdur.” Bu yeteri kadar ağır bir cümle ve Vatikan bu cümleyle hâlâ boğuşuyor.
Şenol Ayla Bir kere daha tekrarlayabilir misin cümleyi, anlamak için.
Serol Teber “Saplantı nörozlarındaki ritüeller, korkular, beklentiler, beklenti korkuları bireysel bir dinin çatısını oluşturur; aynı şekilde dindarlardaki ritüeller, törensel dualar, kilise ya da camilerdeki dinsel ibadetler de evrensel bir nörozun, kitlesel bir nörozun belirtileridir. Bunları yan yana getirip, analitik bir yöntemle irdelediğimiz zaman, birey düzeyinde, bilinç dışında bulunanlarla, toplumsal bilinç dışında bulunanların aynı kaynaktan çıktıklarını görmemiz çok kolaydır” der ve kitaplarında bu bulguları alt alta dizdiği zaman, Freud’un yazdıklarına inanmayacak olanların bile nerdeyse nutku tutulabilir. Çünkü gerçekten bir fizik ya da kimya yasasındaki bulgular kadar net ve açıktır burada tespit ettiği doneler.
Şenol Ayla Batıl inançlarla da ilgili bir bölümü var, buradan hareketle konuşabileceğimiz.
Serol Teber Burada çok güzel bir poetik cümlesi var. Özellikle yapıtlarında kullandığı şiirsel temaşa, ileride Goethe Edebiyat Ödülü’nü almasına neden olacaktır. Bu da çok ilginç, tıp dalında Nobel veremezler, tam da bu konudan dolayı.
Şenol Ayla Tehlikeli bir konu.
Serol Teber Tehlikeli bir konu. Vatikan kesinlikle kaşlarını çatmıştır. Tıpta Nobel veremezler ona. O sırada Almanya’nın elindeki kapasite ona bir edebiyat ödülü, üstelik de Freud’un çok sevdiği Goethe’nin edebiyat ödülünü verdirtir.
Şenol Ayla Yapabileceği en iyi şeyi yapmış yani.
Serol Teber Ona edebiyat ödülünü aldıran hınzır cümlelerden bir tanesini şöyle bir tadımlık okumaya çalışırsam, şöyle der; “Ben de mucizelere inanmayan ya da inanamayan o yeteneksiz insanlardan biriyim. Keşke inanabilseydim,” diye gırgır geçer ama ardından şöyle ekler “Saplantı nörozlarında, obsesyonlarda, hatta paranoidlerde gördüğüm kimi davranış ritüellerinin, düşünce biçimlerinin, özgün düşünce çelişkilerinin batıl inançlı kişilerde görülenlerle büyük benzerlik gösterdiğini görüyoruz.” der. Ve bir adım daha ileri atarak, “Mitolojiden tek tanrılı dinlere kadar uzanan dinsel anlayışımızda, düşünce yapımızda, düşünce sistematiğimizde, gerçekte bireyin dış dünyaya yansıttığı dinsel yapılanma, kendi iç psikolojisinden başka bir şey değildir.” der. Bu anahtar bir tespittir. Bunu ilerideki programlarda tartışacağız, Tevfik Fikret’in çok güzel bir dizesi vardır “İnsanoğlu kendi harcını kendi yapar, kendi tapar” diye, Freud bunu başka türlü söylemiştir; “İnsanoğlu kendi tanrısını kendi iç psikolojisinde, kendi iç korkularında, özlemlerinde üretir ve sonradan o tanrıya tapmaya başlar” diye tespit eder. Altındaki cümlede de, “Büyük tanrıya tapmamızı gerektiren yoğun korkunun nedeni, insanın çocukluğundan beri yaşadığı acziyet, yoğun korku, bakım gereksinimi özellikle anne ve babaya duyulan bakım gereksinimidir.” der. Babasından beklediği korunmayı da dünyaya yansıtarak, animistik düşünce dediğimiz, daha ilk insanlardan itibaren görülen düşünce sistematiğinde oluşturmaya çalışır. Birtakım totemlere tapmaya başlar -ki daha ileriki konuşmalarda o konuyu biraz daha açacağız- ya da monoteist, tek tanrılı dinlerde, daha ideal bir tanrı baba kavramı getirerek, korunmayı ondan bekler. Nörotiklerde ve batıl inançlı dinlerde ya da yoğun dindarlarda -ki bu inanma ve tövbe gereksinimi, bağışlanma gereksinimi aslında bizim analitik araştırmalarda tespit ettiğimiz yoğun bir suçluluğa eğilim isteminden kaynaklanır. Çok vicdanlıymış gibi görünenlerin gerçekte büyük bir günaha eğilim duyduklarını ve günaha eğilim duyduklarını sezinledikleri için de çok fazla vicdandan söz ettiklerinin ya da çok fazla ibadet ettiklerinin altını çizer.
Şenol Ayla Kaçacak bir yerimiz kalmadı. Freud bugün dedi ki, “Nöroz bireysel bir dindir. Dini ise evrensel bir saplantı nörozu olarak tanımlayabiliriz.” Bayağı ağır ve radikal bir şey söyledi. Bir iddiada bulundu. Buna karşı tepkiler ne oldu o dönemde?
Serol Teber Tabii, bir anlamda Katolik Kilisesi tarafından aforoz edildi. Ayrıca meslektaşları tarafından inkâr edildi ki, bunların içine Jung da giriyor, en yakın arkadaşları dahil. Bu kadar radikal bir inkârı biz o dönemde sadece Freud ve onun çevresindeki birkaç kişide görebiliyoruz. Benim birkaç yıl önce, Essen Üniversitesi’nden çıkan bir derlemede okuduğuma göre, Freud’a, Vatikan’ın desteklediği, 280 tane geniş kapsamlı reddiye çıkıyor. 280 tane çalışmada Freud’un söylediklerinin ne denli yanlış olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar ki, bu bile Vatikan’ın bu konuda ne kadar çaresiz olduğunu gösteriyor. 280 kere ispatladıkları, tırnak içinde sözde ispatladıkları bir şeyi, yeni çalışmalarla yeniden ispatlamaya çalışıyorlar ki bu çok çelişik bir durum. Bu zaten oyunu baştan kaybettiklerinin ve Freud’u bir anlamda kabullendiklerinin sağlaması neredeyse. Vatikan’ı daha çok kızdıran ve öfkelendiren de, Freud’un, gerek nörotiklerde, gerekse dindarlardaki bu korku ve felaket beklentisine neden olan bilinç dışı mekanizmaların temelinde, yoğun cinsel isteklerin bastırılması olduğunun altını çizmesi.
Şenol Ayla Bu daha da dikkat çekici bir şey oluyor.
Serol Teber Bu daha dikkat çekici, daha provakatif, daha da ithamkâr tabii. Yani alışageldiğimiz o kutsal aile çerçevesi, özellikle Hıristiyan dinindeki o çok arınmış çocuk düşüncesinin temelinde, çocuğun annesiyle olan ilişkisinin daha başından beri erotik olduğunu söylüyor. Babayla olan ilişkisi iki yönlüdür. Hem babadan korkar, babayı aşmak ister, babayı öldürmek ister. Oidipus kompleksine gelecektir buradan Freud, daha da pekiştirecektir düşüncelerini, ama aynı zamanda babaya karşı bir homoseksüel ilişki içindedir. Yani aktif ve pasif... Burada Oidipus kompleksini ayırır; negatif ya da pozitif Oidipus kompleksi olarak. “Pozitif Oidipus kompleksinde babayı öldürerek aşıp onun yerine geçmek ister, negatif Oidipus kompleksinde ise baba ile bir nevi eşcinsel ilişkiye geçerekten, babayla bir tür uzlaşma yapmanın yollarını arar” der Freud. Ve bu duyguları sezinleyen batıl inançlı dindarlarla, nörotikler benzeri davranışlarla bu duygularını hızla bastırmak isterler. Burada, daha önce anımsattığımız Anna O vakasına tekrar dönersek; Anna O’nun, elleri babasının cinsel organlarına değmiştir ve ardından gelen saatlerde Anna O parmaklarının kuru kafaya dönüştüğünü görmüştür. Bunun analitik irdelemesinde, Anna O da evetler ki, elleri o sırada babasının cinsel organına değmiştir. Çünkü çocuk yaşından beri babasıyla çok mahrem bir ilişki içine girmenin isteği içindedir. Ama buna girdiği andan itibaren de büyük bir suç işlemiştir, büyük bir günah işlemiştir. Bunu nasıl inkâr edecektir? Ancak böyle bir replasman ile, böyle bir değiştirme, böyle bir akıl yürütme ve sağduyu ve ahlaka uydurma ile bunu ancak denkleştirecektir. Kadınlarda sokağa çıkamama korkusu çok yaygındır, ille eşi ya da güvenilir bir kadın arkadaşı ya da akrabadan biriyle sokağa çıkabilen kadınlar çok fazladır. Agorafobi... Bunun altını Freud başka bir terapi çalışmasında çizer; aslında bu tür ritüelleri olan, kapanan, ellerine eldiven giyen, başını örten, her tür yerini kapatarak sokağa çıkabilen ve yanında bir iki muhafız ile birlikte sokağa çıkabilen bir kadın, aslında yoğun cinsel istek içindedir ve sokakta karşılaştığı herkesle yatma arzusu içindedir.
Şenol Ayla Diyor Freud…
Serol Teber Diyor Freud. Hem kendini hem beni kurtardın.
Şenol Ayla Kötü gidiyorduk çünkü. Ama sonuçta Vatikan yapamayacağını yapmış, ortaya koymuş. Biz sadece tekrarlıyoruz burada. Leonardo Da Vinci ile ilgili bir çalışması var. Ondan bahsedebilir miyiz. Freud’un…
Serol Teber Freud’un, Leonardo Da Vinci ile ilgili, şimdiye kadar söylediklerimizi toparlayacak nitelikte, neredeyse otobiyografik bir çalışması vardır. Freud kendini bütün yaşamı boyunca Leonardo’nun çocukluğu ile özdeşleştirmiştir ve büyük üstada hayranlık duymaktadır. Leonardo’nun, çağında bu kadar ilerici düşünebilmesi, neredeyse Hıristiyanlık ile bütün bağlarını kopartıp ateist bir insan özgürlüğü içinde, çok önemli yapıtlar, çok gözü pek, sıçrayıcı, ilerici yapıtlar oluşturabilmesinin nedenini babasız bir çocuk olmasına bağlar Freud.
Şenol Ayla Kendisi gibi.
Serol Teber Kendisi gibi, yani pasif bir baba. Ama Leonardo tümüyle babasızdır. Ve yoğun bir anne sevgisi vardır. Leonardo da, Freud gibi anne sevgisinden çok beslenmiştir. Evin içinde, tanrının otoritenin uzantısı olan baba yoktur. Yani Freud’un ağzından konuşursak “Çok şükür yoktur!” ve bu otoritenin yokluğu Leonardo’nun gerek yapıtlarında gerekse bilimsel çalışmalarında, onun önünün özgürce açılmasına neden olur. Ayrıca Leonardo çok yakışıklı, güzel, sevimli bir insan olmasına rağmen kadınlarla da öyle özel bir ilişkisi yoktur ve bütün kapasitesini, bütün yeteneklerini yapıtlarına doğru yönlendirir. Ve bildiğimiz Leonardo Da Vinci’nin, her konuda, resimlerinden diğer buluşlara kadar külliyatı ortaya çıkar. Ama Leonardo da çağında İtalya’da barınamaz, Fransa’ya kaçmak zorunda kalır.
Şenol Ayla Evet bugünkü programımızı da burada bitiriyoruz. Haftaya devam edeceğiz. Sizlere hoşça kalın diyoruz.
Serol Teber Hoşça kalın.
12 Temmuz 2004 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder